4 Ekim 2012 Perşembe

Yalnızlık



Uzun süreler boyunca kabullenemediğimiz bazı şeyler hayatımızın bir parçası oluyor bazen. Bu durumların bu hale geleceğini düşünmeden alışıyoruz. Tanıştığınız ve daha sonra hayatımızın olmazsa olmazı ve yalnızlık bunların en iyi açıklayıcısıdır aslında. O olursa ne olur olmazsa ne olur aşamasından sonra nasıl bu kadar hızlı bağlanıyorsun? Ardından nasıl bu kadar hızlı sürükleniyorsun yalnızlığa bir dur diyemeden? Kopmaz gibi görünen o dayanıklı ipler yukarıdaki sislerin ardında bir pamuk ipliğine dönüşüp seni o sis perdesine kadar taşıdığını anlayana kadar.

Çok değişmiştir sis bulutunu aştığın anda hayat herkesin sana karşı aldığı o maskeler düşmüştür ve asıl yüzlerini görmüşsündür.Sen bunun farkına ancak yalnız kaldığında anlıyorsun. Dün seninle gülüp eğlenen arkadaş çevrende kimse kalmadığı için yeni maskesini veya gerçek yüzünü takınmaya başlamıştır. İlk başta çok kötü gelen bu yalnızlık yavaş yavaş vücudunda kanserli bir hücre gibi yayılıyor ve en çok da duygularının üzerinde birikiyor bu bu kanserli hücre. Alışıyorsun bir süre sonra hatta sevmeye bile başlıyorsun yalnızlık fikrini. Maske olmadan tek başına yapabileceğini öğreniyorsun. Yaşamayı, sevmemeyi, bağlanmamayı sike sike öğretiyor.

Uzun bir süre yalnız kaldıysan çoğu şeye eskisi gibi tepki vermiyorsun. Üzülmüyor, fazla sevmiyorsun, sevemiyorsun çünkü o kanserli hücre çoktan tüm duygularını ele geçirmiş ve seni kumanda etmeye başlamıştır. Sevdiğin bu yalnızlık senin kendini tanıma ayrıcalığı tanıyor, dertlerini başkalarına anlatmadan başkalarının elinde oyuncak olmadan yaşayabileceğini anlatıyor sana. Bu süreden sonra daha çok seviyorsun çünkü seni güçlendirmiştir diğerlerinin yaptığı gibi korkutup hayattan uzaklaştırmamıştır. Ve en başta çok korktuğumuz bu yalnızlık artık bizim hayatımızın tamamı olmuş onsuz olmadığını anlıyorsun.

Bundan sonra ne olursa olsun eskisi gibi olamıyorsun. Hep mutlusundur çünkü çoktan kendi zayıf yanlarını anlamış ve bunlarla gurur duymaya başlamışsındır. Dünyanın en güçlü insanısındır çünkü kendini tanımış, duygularını kontrol etmeyi öğrenmiş, sürekli mutlu olmanın ipucunu bulmuşsundur. Belki de kim bilir yalnızlık hayatın bir bug' udur. Senin hayatı ve insanları kolay tanıman için olan bir casus yazılımdır belkide.

Herneyse bu yalnızlık denilen şey insanı ilk başta tamamen kül eden ve hayata yeniden başlatan bir anka kuşu hissi veriyor insana.

23 Eylül 2012 Pazar

Ülkemizdeki Koyunlar

     

    Yüzyıllarca göçebe bir hayat yaşamız bir milletiz biz. Yerleşik yaşama son bin yıl içinde geçtik. Biz tarla vs. ile uğraşmazdık. Genel olarak hayvancılık yapardık. Belkide bu yüzdendir insanlarımızın koyun olmaya bu kadar meyilli olmaları.. Yüzyıllarca bize yaşamımızı sürdürdükleri için bir şükrandır belkide.

     Ülkemizi çok güzel uyutanlar var tıpkı çobanlara benzeyen güdülüyoruz bilmediğimiz bir el tarafından veya aslında bilip de baş kaldırmaya gücümüzün yetmediği korktuğumuz ve gücümüzün farkında olmadığımız için. Değil 25, 50 şu on yılda verdiğimiz can sayısı 1000 ler ile ölçülüyor peki neden dur diyemiyoruz. Bu kimin savaşı? Kim kimin yanında, kim bundan kazanç sağlayanlar? O insanlar neden öldüğünü -aslında devleti kurtarmak olarak inandıkları ama olayın iç yüzünün çok daha farklı olduğunu- bilmeden ölüyorlar ve biz bunlara sessiz kalıyoruz. Bir kaç torba kömüre, elektrik dahi olmayan köylere buz dolabı dağıtarak, boş dağları bombalayarak bizleri koyun haline getirdiler. Kendi uçağımızı yapıyoruz diyipte tüm iç parçalarını dıştan aldığımız bir teknolojiye biz kanıyoruz.

    Ama helal olsun bir millet ancak bu kadar güzel uyutulur. Belkide onlar bizi uyandırmaya kıyamıyordur..

Nasıl alışıyoruz ?




Bir zamanlar sevdiğimiz şarkılar, gruplar, renkler hepsi yerini bırakıyor hepsini unutuyor yenilerine alışıyoruz. Mesele çok uzak değil belki 1 ay önceki saç şeklimizden nasıl bu hale geldi nasıl utanıyoruz o eski halimizden? Eski halimiz bırakıp nasıl alışıyoruz. Nasıl oluyor da insan için zaten az olan bir zaman da bu kadar çok değişim yaşayıp hepsine de alışıyoruz ? Eski dostlar, hepsi bir bir gidiyor ve biz bunlara hiç karşı gelmeden alışıyoruz. 

Ama buna karşı gelen bir duygumuz var. Çoğu zaman klişe lafların içinde yer alan Aşk bu alışma duygusuna nasıl karşı geliyor da onu unutamıyor, onun yokluğuna alışamıyoruz. Bu kadar değişken bir dünyanın içinde nasılda duygularımız ha diyince değişmiyor? Halbuki biz dün ne yediğini unutan insanlardık. Nasıl bu kadar uzun süre aynı kişiye karşı bir his besleyebiliyoruz ki? Belkide aşk bu bu yüzden çok çekicidir. Alışılamayan bir duygu olduğu içindir. Ne zaman, nerede ve nasıl patlak vereceğini bilmediğimiz içindir. Bu duygunun insanlar arasında bu kadar güçlü hissedilmesinin sebebidir belkide. Alışamıyorsun onun yokluğuna ne kadar uzun süre geçse de üzerinden. Seviyorsun, sevmeye alışıyorsun ama yokluğuna alışamıyorsun. Sevmiyorum diyorsun ama seviyorsun. 

Alışkanlık işte(!). Unutamıyorsun..

Değer vermek ister insan

Bir kişiyle konuşursun ve bilmediğin bir şekilde bağlanırsın ona. Onu belki hiç görmemişsindir, yanına gitmemişsindir fakat kimseye o kadar yakın hissetmemişsindir kendini. Öyle bir insanla tanıştıktan sonra Ne mesafeler önemlidir ,ne de dış görünüş. O andan itibaren bağlanmak ve o insana değer vermek istersin, karşındakinin o değeri hak ettiğini bilmeden. Ve çoğu zaman hak etmeyen birisine değer verirsin. O ise verdiğin değerden habersiz bırakıp gidecektir veya gitmiştir. Sen her şeyde onu düşünür onu hayal edersin yaşadıklarını, yaşamadıklarını ve yaşayacaklarını ve bu bitmiştir ne yaşayabileceksindir ne de yaşayamadıklarını yaşama imkanın vardır.O andan itibaren içindeki boşluk büyümüş ve bir kara delik olmuştur o bütün güzel düşüncelerini yutup yerini nefret ve kine bırakan kara delik. Ve düşünceler geri düzelmeyecektir ne senin için ne de onun için. Ne kadar istersen iste bir insana asla fazla değer verip kendince onu yükseltme. Çok değer verip kendini değersizleştirme çünkü bende bir kere çok değer verdim hemde kendimden çok. Sen yapma bunu karşındaki kim olursa olsun.